Mutluluğun Sakıncaları
Blogumun ilk yazısında beni heyecanlandıran, duygulandıran hayata dair ne varsa sizlerle paylaşacağımı belirtmiştim. Bu günlerde beni çok etkileyen, her kelimesinde, her sayfasında dolu dolu güzel düşüncelerin olduğu bir kitapokuyorum. Elizabeth FARRELY’ninMutluluğun Sakıncaları... Başlık ne kadar tahrik edici değil mi aslında? Zira aslında hepimiz bir şekilde bunun peşinde değilmiyiz? ‘Ulaşmaya böylesine çabaladığımız bir şeyin ne sakıncası olabilir ki’ diye düşünüyor insan?
Kitap şu anda bize mutluluk olarak enjekte edilen şeylerlenasıl bizi mutsuz ve yalnız bireyler haline getirildiğimizi irdelemiş.
İzninizle kitaptan parça parça alıntı yapmak isterim, …Aşağıdaki başlığı taşıyan bölümler benim kitapta en etkilendiklerimden:
Doğa ve Kültür: Şehir
“Şehirler muazzam ölçüde insan enerjisi gerektirir. Enerji her şeydir. Değer verdiğimiz hemen her şey, enerjinin somutlaşmış bir şekli olarak görülebilir. Hatta taşıdıkları değerin bizzat bu enerjiden ibaret olduğu ileri sürülebilir. Bu yüzdendir ki, ucuz ama hoş olsun yaklaşımıyla yapılan binalar- her ne kadar işlevsel ve kullanışlı olsalar da zevksiz iş merkezlerine benzemekten öteye gidemiyor ve asla gerçek bir şehir hissi vermiyor. İnsanlar bir mekanda somutlaşan enerjiyi- özellikle de insan enerjisini- hissettiklerinde, buna içgüdüsel olarak tepki verirler. Piramitleri, Stonehenge’yi ya da Tac Mahal’i düşünün. Bu yapılara duyduğumuz hayranlık, nefes kesici güzelliklerinden olduğu kadar, devasa boyutta bir insan enerjisi harcanmış olmasından kaynaklanır.
Şehirlere canlılık kazandıran şey, yapılardaki bu inceliğin, zengin dokunun ve yoğun enerjinin bizzat insan etkinliğinin enerjisiyle birleşmesidir. İnsanlar hayal güçlerini harekete geçiren şehirleri severler. Buna ister tahayyül edilebilirlik deyin, ister enerji ya da cazibe. Ne ad verirseniz verin, Roma’da, Paris’te, Barcelona’da, Sidney’de bunu bulabilirsiniz. Bağdat, Trieste ya da Parramatta , ise şu an için bundan yoksunlar”
PEKİ DOSTLAR? YA İSTANBUL…..Hızla çirkin, zevksiz , sözde rezidans adı verilen iş merkezinden hallice binaların, alışveriş merkezlerinin şehri yavaş yavaş ele geçirmesi İstanbul’u kimliksiz ve çirkin hale getirmiyor mu?
Güzellik bizi iyi yapabilir mi?
“İnşa ettiğimiz dünyada güzellik son derece ender rastlanan bir kavram. Güzelliği ne kadar çok istersek, sanki o kadar az mümkün kılıyoruz. Elimizden geleni yaptığımız halde, büyük zenginliğimize ve neredeyse sınırsız teknik becerimize rağmen, çevremizi güzel ya da en azından hoş kılmak neden bu kadar zor?
Yeni yapılaşmalar genelde orantısız, kişiliksiz ve her zaman çirkin. Güzel bir çevre kendimizi daha iyi hissetirmekle kalmaz, aynı zamanda daha iyi davranışlarda bulunmamıza yol açar.
Çirkin bir oda, hayatımızda bir şeylerin eksik olduğuna dair kuşkularımızı güçlendirirken, kireçtaşından bal rengi karolarla döşenmiş güneşli bir oda içimizde umut uyandırır.”
Dahası için kitabı okumanızı tavsiye ederim. Hayatınızda güzelliklerin her daim olması dileğiyle…